Makale
“Yeni Irak” Türkiye’yi çok ilgilendirir!
Musul operasyonu gündeme geldikten sonra yeniden alevlenen Başika Kampı tartışmasına yönelik olarak Irak Başbakanı Abadi açıklamalarına devam ediyor. "Türkaskerini Musul'da istemediğini" tekrarlayan Abadi, "piknik" polemiğine ilginç bir argüman daha ekledi:
"Irak'ta piknik yok IŞİD ile savaş var, biz Musul'u IŞİD'den geri aldıktan sonra onları misafir olarak davet edeceğiz ama şimdilik Türk askerine Irak'ta yer yok.
Çünkü biz IŞİD ile savaşla meşgulüz ve Türk askerinin burada bulunması bize engel oluyor."
"Deaş ile savaşa engel oluyorsunuz" argümanının saçmalığı ortada.
Türkiye, Deaş'la mücadele için Başika'da Irak'ın bütün unsurlarını kapsayacak bir eğit-donat yürüyor.
Hem de Iraklı subayların katılımıyla.
İlk Başika krizi çıkmadan birkaç gün önce Irak savunma bakanı kampı ziyaret edip desteklerinden dolayı Türkiye'ye teşekkür etmişti.
Ankara'nın Başika'yı uluslararası koalisyon ortakları ile birlikte kullanma eğilimi de biliniyor.
Kaldı ki Türkiye'nin Musul'a yönelik hiçbir "farklı" talebi olmadığı cumhurbaşkanı, başbakan ve dışişleri bakanı düzeyinde defalarca ifade edildi.
Deaş ve PKK terörü yani ülke güvenliği aynı zamanda Irak'ın selameti Başika'daki Türk varlığının en önemli sebebi. Ankara, PKK'nın güçlenmemesi ve bölgedeki demografik yapının Irak işgali yıllarındaki gibi değiştirilmemesi için Musul masasında yer alma arzusunda.
Irak iç savaşından etkilenmeyen ABD dâhil diğer güçler oradayken neden Türkiye'nin varlığı sorun ediliyor? Bu sorunun cevabı Abadi'nin söylemediklerinde saklı.
"Deaş ile savaşmaya engel oluyorsunuz" argümanının arkasında "Deaş sonrası istediğimizdüzeni ve demografik yapıyı kurmaya engel olmanızı istemiyoruz" mesajı yatıyor.
Abadi, "Irak'ın yeni düzeninin kurulmasında Türkiye'nin etkisini arzu etmiyoruz" demeyegetiriyor. Yani Deaş'tan temizlenen bölgelerin yerel unsurlarını denklem dışı bırakan yeni bir Şiileştirme ve İran nüfuzunu derinleştirme politikası yürütebilmek için.
Hatırlanırsa ABD önderliğindeki Deaş ile mücadelenin en zayıf tarafının Deaş sonrasını adil ve reel şekilde ele almaması olduğunu daha önce de yazdım.
İşte bu politikanın bütün olumsuz yönleri teker teker ortaya çıkıyor.
Kara güçleri olarak terör örgütü konumundaki aktörlerin (Şii milisler ve PKK- PYD) kullanılması yeni bir çatışmanın zeminini oluşturuyor. Hem bölgesel güçler arasında hem de yerel, asli unsurlar arasında...
PKK'ya Haşd-i Şaabi kılıfıyla meşruiyet verilmeye çalışılıyor.
Sünni Araplar ve diğer yerel unsurlar Deaş'tan daha vahşi bir radikalleşme kapanına terk ediliyor.
Ayrıca böylesi kaotik bir ortamda "tutulmayan sözler" ABD ve Türkiye gibi müttefikler arasında da güveni yok ediyor. Obama yönetiminin YPGPKK'ya ilişkin sözlerini hiç tutmaması gibi. PKK'yı Suriye'de SDG altında, Irak'ta ise Haşd-i Şaabi görüntüsü altında sahada kullanması ve güçlendirmesi gibi.
Bu tür atraksiyonlardan bıkan Ankara cephede olarak hem güvenliğini sağlamak hem de "müttefikleri" ile "işbirliğini" makul düzlemde yürütmek istiyor.
Fırat Kalkanı operasyonu ile Türkiye, Suriye- Irak denkleminde sahada sert güç uygulamayı da yeni politikasının bir parçası haline getirdi. Bu tercih elbette yeni gerilimleri, blokajları ve değişen işbirliklerini gündeme taşıyor.
Daha önce Deaş ile mücadele etmemekle suçlanan Türkiye şimdi sahada sınırlandırılmak istenen bir yerde. Musul operasyonuna Türkiye'nin katılmasını ilk başlarda isteyen ABD şimdi Irak'ın, daha doğrusu İran'ın yanında tavır alıyor.
İşgalden bu yana Irak'ta uyarıldığı halde yanlışlarını "başarıyla" tekrar eden ABD yeni bir hatanın eşiğinde. İran'ın baskılarıyla Türkiye'yi Irak dosyasının dışına çıkarmak ya da ikincil hale getirmek barış içinde yeni bir Irak yaratmayacak.
Türkiye, Irak'ın bütün unsurlarını içerecek şekilde tek parça kalmasına destek verebilecek tek ülke.
Ve farklı adlardaki bütün PKK oluşumlarından gelen tehdidi Suriye ve Irak'ta karşılamanın Türkiye için zorunluluk olduğunu dostlarının ve komşularının artık anlamasında fayda var.
Henüz yorum yapılmamış.